Yazarlar:
Mehmet İhsan GÖKMEN
2023 yılında Türk-Alman Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenime başladı. 2024 yılında dil bilgisini geliştirmek amacıyla Almanya’nın Dortmund kentinde bir hukuk bürosunda staj yaptı. Bu süreci müteakip hukuk eğitimine devam etmektedir.
gokmenihsan@outlook.com
Turgay BALYİMEZ
İlk ve orta öğrenimini Denizli Çivril ilçesi Çıtak kasabasında, Liseyi Konya Atatürk Sağlık Meslek Lisesinde tamamladı. Üniversite’de Bursa Uludağ Üniversitesi Veterinerlik Fakültesinden mezun oldu. Yüksek lisansını Okan Üniversitesi Sağlık Yönetimi üzerine tamamladı. Halihazırda Hacı Bayram Veli Üniversite Uluslararası İlişkiler bölümünde ikinci yüksek lisansını Türkiye ve Suriye İlişkileri üzerine tamamlamıştır.
turgaybalyimez@hotmail.com
ABD GÖLGESİNDE AVRUPA VE ALMANYA [1]
Turgay BALYİMEZ
20. Yüzyılda birbiri ardına iki dünya savaşı ile insanlık tarihinin en büyük yıkım ve katliamlarını yaşayan Avrupa Devletleri II. Dünya Savaşı sonrasında kalıcı barış ve güvenliği sağlamak için hâkimiyet haklarını büyük oranda, uluslararası kuruluşlara devretti. Bu devir aynı zamanda, Ulus Devletlerin tam bağımsızlığına dayanan Westfalya Düzeninin sona ermesi ve küreselcilik olarak tanımlanacak yenidünya düzeninin de miladıydı.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’nın yeniden bir tehdit olmasını engellemek isteyen İngiltere, Fransa, Belçika, Lüksemburg, Hollanda 17 Mart 1948’de Brüksel Anlaşması ile bir örgütlenme sürecini başlattılar. Ancak nükleer bir güç olan Rusya’nın Berlin’i ablukaya alması ve Çekoslovakya’da bir askeri darbe ile komünist bir yönetimi işbaşına getirmesi Avrupa’yı Almanya’dan daha büyük tehditle karşı karşıya bıraktı. Bu gelişmeler, Avrupa’yı küresel ölçekte bir güvenlik örgütü arayışına yöneltti. Bu ölçekte bir güvenlik şemsiyesi ancak Avrupa’yı iki kez Alman istilasından kurtaran Amerika ile yapılacak bir ittifak ile sağlanabilirdi. Savaş sırasında Amerikan Genel Kurmay Başkanı, sonrasında dışişleri bakanı olan George C. Marshall önderliğinde, İngiltere, Amerika, Fransa, Belçika, Lüksemburg, Hollanda, Danimarka, İtalya, İzlanda, Kanada, Norveç ve Portekiz 4 Nisan 1949 da Washington DC de NATO adı altında ilk küresel güvenlik örgütünü kurdular. Soğuk Savaş düzeni boyunca NATO, Avrupa’nın güvenliği konusunda tam bir hâkimiyete sahipti. Zaten II. Dünya Savaşının enkazını kaldırmak zorunda olan Avrupa’nın güvenlik için ayıracak ne bütçesi ne insan gücü ne de buna niyeti vardı.
1990’larda SSCB’nin ve Komünizmin ani çöküşü hem Avrupa’da hem de tüm dünyada çok büyük bir sosyo-ekonomik ve jeopolitik boşluk oluşturdu. Ekonomik gücünün zirvesinde
olan Avrupa Birliği demokrasi ve insan hakları söylemiyle bu boşluğu dolduracak küresel bir güç olma iddiasındaki Avrupa’nın kendi içindeki bu güvenlik sorununu NATO ve Amerika’dan bağımsız bir şekilde çözüme kavuşturması gerekiyordu.
“Avrupa Ordusu” ve Almanya
Fransa ve İngiltere nükleer birer güç olsa da AB’nin bir askeri gücü yoktu. 1992 Yılında Fransa ve İngiltere öncülüğünde Maastrich Anlaşması ile birleşik bir Avrupa Ordusu kurmak için Avrupa Güvenlik ve Savunma Protokolü hazırlandı. 3-4 Aralık 1998 de Saint –Malo Bildirisi ile bu iki devlet olası risklere hızla cevap verebilecek bir Avrupa ordusu kurulacağını deklare etti. Haziran 1999 da Köln Zirvesinde “Birleşik Müttefik Görev Gücü” olarak adlandırılan bu ordunun misyonu “Petersberg Görevleri” adı altında tanımlandı. 10-11 Aralık 1999 da Helsinki Zirvesinde “Temel Hedef Konsepti” ile kriz bölgelerine 60 gün içinde müdahale edebilecek 50.000 kişilik bir “acil müdahale gücü” oluşturulması kararı alındı. Ancak hem AB ülkelerinin gereken harcama bütçesini ayırmakta isteksiz davranmaları hem de İngiltere ile Fransa’nın NATO konusundaki fikir ayrılıkları nedeniyle bu ordu kurulamadı.
Bu süreçler devam ederken, 2000li yıllarda siyasal ve sosyo-ekonomik bütünleşmesini tamamlayan Almanya AB yönetiminde söz sahibi olmaya başlamıştı. Bağımsız ve güçlü bir Avrupa isteyen Almanya, Fransa ile birlikte Atlantik ittifakı yanlısı olan İngiltere’yi yavaş yavaş Avrupa’dan uzaklaştırdı ve Brexit olarak adlandırılan süreçle İngiltere AB üyeliğinden ayrıldı. Kısa sürede Avrupa’nın en büyük ekonomik gücü olarak AB’nin liderliğini alan Almanya, bağımsız ve güçlü bir Avrupa ordusu ile siyasi ve askeri gücünü de tamamlayıp küresel bir aktör olmak için fırsat kollamaya başladı.
Rusya Ukrayna Savaşı Sonrası Güvenlik
Rusya’nın Ukrayna’yı istilası ve NATO‘nun buna seyirci kalmasının Avrupa’da oluşturduğu korku ve endişe atmosferi Almanya ya istediği askeri gücü kurma konusunda beklediği fırsatı sunan en önemli gelişme olmuştur. Savaşın başlangıcında tamamen çekimser bir tavır sergileyen, Ukrayna’ya silah satışına bile sıcak bakmayan Almanya’nın hızlıca politikasını değiştirerek, Kuzey Akım-2 gibi enerji güvenliği için çok stratejik olan 10 milyar dolarlık bir projeden vazgeçip, Ukrayna’ya her türlü silah yardımı yapacak kadar şahin bir politika izlemeye başlamasını; AB ve NATO’nun Almanya’ya, Avrupa Ordusu için beklediği fırsatı vermesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Nitekim 2025 Mart ayında Beyaz Saray’da Trump ve Zelenski arasında kameralar karşısında seslerin yükselmesi ile daha da gerilen AB-ABD ilişkileri NATO konusunda Trump’ın baskılarının artması ile belki de kopma noktası sayılacak bir konuma geldi.
Nitekim Avrupa ve Almanya’daki gelişmeler, bu tezimizi doğrulayacak yönde olmuştur. Almanya Federal Parlamentosu’nda 27 şubat 2022 de düzenlenen, olağanüstü oturumda yeni Başbakan Scholz, 2022 bütçesinde savunma harcamaları için 100 milyar Euroluk ek fon ayıracaklarını ve bu ek fonun anayasa ile güvence altına alınacağını belirtti. “Bugünden itibaren, her yıl gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 2’sinden fazlası ile savunmamız için yatırım yapacağız” diyen Scholz, “Bunu kendi güvenliğimiz için yapıyoruz” ifadelerini kullandı. Ancak yine de 2024’te mali tartışmalar sebebiyle hükümetin dağılmasına mani olamadı.
Avrupa’nın askeri gücünü geliştirme kapsamında Almanya, Fransa ve İspanya’nın birlikte “Geleceğin Hava Muharebe Sistemi (FCAS)” projesi çerçevesinde altıncı nesil yeni bir savaş uçağını geliştirme çalışmalarına başlandığını belirten Scholz, tarihi olarak adlandırılan konuşmasında yeni nesil savaş uçağı ve tankların başta Fransa olmak üzere Avrupalı partnerlerle birlikte üretilmesinin en büyük öncelikleri olduğuna değinmiş, F-35’lerin ise nükleer taşıyıcı olarak değerlendirileceğini kaydetmiştir. Altıncı nesil savaş uçaklarının ilk prototipinin 2027 yılında uçurulması ve 2040 yılından itibaren hava kuvvetleri envanterine girmesi planlanmıştır. Yeni nesil uçakların Almanya’da Eurofighter Typhoon ve Tornadoların, Fransa’da da Rafale’lerin yerini alması öngörülmektedir. Ayrıca ABD’nin Ukrayna’ya verdiği HIMARS füzelerini, uydu desteğini keserek çalışmaz hale getirmesi, Amerikan F-35’lerine olan güven de yeniden sorgulanır hale geldi.[2]
NATO, uzun vadede kurulacak güçlü bir Euro-Germen ordusu ile Rusya’nın Avrupa’ya yayılmasını engellemeyi planlamaktadır. Buna ilaveten II. Dünya Savaşı sonrası lağvedilmiş olan Japon Ordusunu tekrar kurarak Çin ve Rusya lehine bozulmuş olan Pasifikteki güç dengelerini tekrar kendi lehine çevirmeyi hedeflemektedir. Bu strateji; ABD ve NATO merkezli tek kutuplu dünya düzeninin sona erdiğini ve bölgesel güçlerin rekabetine dayanan yeni bir uluslararası sistemin kurulmakta olduğunu işaret etmektedir.
ALMANYA SEÇİMLERİNE DOĞRU
Mehmet İhsan GÖKMEN
Son yıllarda sosyal medya aracılığıyla yayılan dezenformasyon kampanyaları, artan radikalleşme ve derinleşen siyasi kutuplaşma, Alman demokrasisinin temel
kurumlarını ciddi şekilde yaraladı. Bunun sonucunda mevcut koalisyon, Trafik Lambası Koalisyonu (Ampelkoalition), Kasım 2024’te dağılmış ve erken seçim kararı alınmıştır. Almanya, 23 Şubat 2025 tarihinde gerçekleştirilen seçimlerle siyasi arenasında önemli değişikliklere sahne olmuştur.
Friedrich Merz, Almanya’nın eski Şansölyesi Olaf Scholz’un “Dönüm Noktası” (Zeitenwende) adlı stratejik vizyonunu gerçekleştirebilecek midir? 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısı, Avrupa’nın jeopolitik dengesini altüst etmiştir. Almanya, uzun yıllar boyunca ekonomik gücünü artırmış olmasına rağmen güvenlik politikalarına gereken önemi vermemiş ve bu yeni durum karşısında savunmasız bir konumda kalmıştır. Bu savunmasızlık, Almanya’yı güvenlik politikalarında köklü değişikliklere zorlamıştır. Şansölye Olaf Scholz’un “Zeitenwende” (Dönüm Noktası) olarak adlandırdığı bu süreçte, Almanya ilk kez savunma bütçesini ciddi şekilde artırarak 100 milyar euroluk özel bir fon oluşturmuş ve NATO’nun savunma harcama hedefi olan GSYİH’nin (Bruttoinlandsprodukt) %2’sine ulaşma taahhüdünde bulunmuştur.
Ancak, bu değişim sadece askeri yatırımlarla sınırlı kalmamıştır. Enerji krizinin de etkisiyle Almanya, Rus doğalgazına olan bağımlılığını azaltmak için enerji politikalarını yeniden şekillendirmiştir. Yenilenebilir enerjiye geçiş hızlandırılmış ve alternatif tedarik kaynakları arayışı ön plana çıkmıştır.
Tüm bu dönüşüm süreci, Almanya’nın Avrupa Birliği içindeki liderlik rolünü de doğrudan etkilemiştir. Berlin, hem güvenlik hem de enerji politikalarında daha proaktif bir yaklaşım sergileyerek, Avrupa’nın gelecekteki krizlere karşı daha dirençli hale gelmesi için önemli adımlar atmıştır. Ancak, bu hızlı değişim toplumda bazı endişeleri de beraberinde getirmiştir. Artan savunma harcamaları, sosyal politikalarla denge kurulması gerekliliğini gündeme getirmiştir.
Almanya’nın yeni jeopolitik gerçekliklere adapte olma çabası, 2025 seçimlerinde Merz’in zaferini de kaçınılmaz hale getirmiştir.
Partiler ve Öne Çıkan Şansölye Adayları
Federal Meclis seçimlerinde genellikle birinci olma ihtimali yüksek partiler, liste başı adaylarını şansölye adayı olarak ilan etmektedir. Anayasal bir zorunluluk olmamakla birlikte, bu adım kampanya sürecinde bu adayların daha çok dikkat çekmesini sağlamaktadır. 2021’de üç parti, 23 Şubat 2025 seçimlerinde ise ilk kez beş parti şansölye adayı göstermiştir. Seçim sürecinde, iktidar partisi SPD’nin adayı Olaf Scholz ile CDU/CSU’nun adayı Friedrich Merz’in öne çıktığı gözlemlenmiştir.
Olaf Scholz (SPD)
Olaf Scholz, SPD’nin önemli isimlerinden biri olarak uzun yıllar çeşitli görevlerde bulunmuştur. Hamburg Belediye Başkanlığı, Merkel hükümetinde Maliye Bakanlığı ve Şansölye Yardımcılığı gibi kritik pozisyonlarda yer almıştır. 2021 seçimlerinde SPD’yi genel başkan olmamasına rağmen birinci sıraya taşıyan Scholz, üçlü koalisyon (SPD, Yeşiller, FDP) hükümetini kurmayı başarmıştır. Ancak bu dönemde liderlik eksikliği ve hükümetin yönetiminde gösterdiği zayıf performans nedeniyle eleştiriler almıştır.
Scholz, halk desteği düşmesine rağmen 2025 seçimlerinde aday olmuştur. Parti içinden Boris Pistorius’un adaylığı konuşulsa da Scholz, SPD yönetiminin desteğiyle aday olarak seçime girmiştir. 2021’deki gibi anketlerdeki farkı kapatma iddiasında bulunsa da mevcut koalisyonun yarattığı hayal kırıklığı ve liderlik eleştirileri, Scholz’un seçmen nezdindeki popülaritesini olumsuz etkilemiştir.
Friedrich Merz (CDU/CSU)
Friedrich Merz, CDU’nun genel başkanı ve 2025 seçimlerinde CDU/CSU’nun şansölye adayıdır. Merz, siyaset sahnesine dönmeden önce Merkel ile yaşadığı anlaşmazlık nedeniyle uzun süre siyasetten uzak kalmıştı. Ancak 2022’de partinin genel başkanı olmayı başardı. Muhafazakâr çizgisi ve Alman öncü kültürü (Leitkultur) vurgusuyla bilinen Merz, özellikle göç ve sığınmacılar konusundaki sert söylemleriyle dikkat çekmiştir.
Merz, CDU’yu daha muhafazakâr bir yöne taşımaya çalışırken, AfD ve diğer aşırı sağ akımlarla arasına mesafe koyma gayreti içerisinde olmuştur. Ancak özellikle göçmenlere yönelik açıklamaları, CDU’nun merkez sağ kimliğini aşırı sağ söylemlerle harmanladığı eleştirilerini beraberinde getirmiştir.
Koalisyon Görüşmeleri ve Yeni Hükümetin Oluşumu
Seçim sonuçlarının ardından, CDU lideri Friedrich Merz, hükümeti bir an önce kurma çağrısında bulunmuştur. AfD’nin ikinci parti konumuna yükselmesine rağmen, diğer partilerle koalisyon yapma olasılığı düşük görülmektedir. Bu nedenle, CDU/CSU ve SPD arasında bir koalisyon hükümeti kurulması olasıdır. Bu koalisyon kurulduğu takdirde her iki partiden gelen sayılarla birlikte 328 sandalye ile 630 koltuk bulunan mecliste yeterli çoğunluğu elde edilecektir.
Yeşiller, genellikle sosyal ve çevresel konularda aktif bir politikaya sahip olduğu için, SPD ile benzer ideolojik zeminlere sahiptir. Ancak, CDU/CSU ile de görüşmeler yapılabilir. Bu tür koalisyonlarda, partilerin çıkarlarını ve diğer koalisyon ortaklarının önceliklerini dengelemek önemlidir.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
2025 Almanya Federal Meclis seçimleri, ülkedeki siyasi kutuplaşmayı, ekonomik zorlukları ve demokratik sürecin ne denli kırılgan olabileceğini gözler önüne sermiştir.
Özellikle AfD’nin yükselişi, ülkenin siyasi yapısında köklü değişikliklerin işaretçisi olmuştur. Göçmen politikaları, iklim değişikliği ile mücadele ve Avrupa’daki jeopolitik dengeler, seçim sonuçlarının belirleyici unsurları arasında yer almaktadır.
Bu erken seçim süreci ile ilgili en çarpıcı sonuç 6-9 Haziran 2024’te yapılan AB seçimlerinde öngörüldüğü gibi sağcı oyların kamuoyu niceliğinin çeşitli olaylardan kaynaklanan sebeplerden ötürü artmasıdır. Bu sebeplerin mülteci sorunu, toplumsal yozlaşma, askeri bütçe konularına yoğunlaştığı su götürmez bir gerçektir.
Ayrıca şimdilik artçı sarsıntıları hissedilse de başka bir göze çarpan husus Çin’in Avrupa pazarı üzerindeki etkisidir. Tsunami misali gelen ve Çin’in ekonomi modeli olan National Administrative System – NAS sayesinde ucuz üretim maliyetiyle Almanya’nın Avrupadaki tahtı sarsılmaya başlamıştır. Almanya’nın en büyük kozu olan ihracat gücünü kaybetme riski, özellikle milliyetçi Alman halkının gözünü korkutmaya başlamıştır.
Çin ekonomisi, Rus doğalgazı ve Trump dünyası atmosferindeki kıskaçta güçlü bir liderden mahrum olarak seçimlere giren Almanya’nın ekonomik ve askeri olarak nasıl bir başarı göstereceği belirsizliğini korumaktadır.
Avrupa bütününde hissedilen Rusya tehdidi ve Trump Başkanlığındaki Amerika’nın artık Avrupa’nın korunmasında sorumluluk üstlenmeyeceğinin anlaşılması nedeniyle Avrupa Birliğinin kendi savunmasının bedelini ödemek için hazırlanması kaçınılmaz görünmektedir. Bu da Avrupa genelinde milliyetçi çizgideki partilerin yükselişinin devam edeceğini göstermektedir. AB gibi İngiltere de, Rusya’yı birincil tehdit olarak gördüğü için Avrupa Birliği’ne tekrar katılmak ya da en azından Avrupa savunması için AB ile birlikte hareket etmek zorunda kalacaktır. ABD’nin savunmasından mahrum kalan Avrupa’nın kendini savunmak için kısa vadede güçlü bir ordu kurma zorunluluğunda olması, Türkiye ile de yakın bir işbirliği arayışını kaçınılmaz hale getirmiştir. Ancak AB, Türkiye’yi Birliğe üye olarak kabul etmek yerine sadece Avrupa Ordusu için bir partner olarak görmek istemektedir.
[1] Yazı daha önce “AB’nin Kurulamayan Ordusu ve Almanya” başlığı ile Bursa’da Meydan Gazetesinde yayınlanmıştır. Analizde kullanılan yazı editör notları ile genişletilmiştir. Editör notları italik biçimde ifade edilmiştir.
[2] “İstahbarat Kesildi HIMARS’lar Devre Dışı”, YeniŞafak, 07.03.2025, https://www.yenisafak.com/dunya/istihbarat-kesildi-himarslar-devre-disi-4681935 [Erişim 13.03.2025].